1.08.2017

Can Dostlarım

   Toni evcil hayvanımız değildi. Badi ise ilk evcil hayvanımız değildi.. Henüz 9 yaşında olmama rağmen öncesinde 1 kedi 2 köpek 2 de papağan sahibi olmuştuk. 
   İstanbul'dan Antalya'ya kalıcı olarak göç ettiğimizde yüksek binalardan kopup bahçeli eve yerleşmiş olmamız bu durumu avantaja dönüştürerek hayvan sahiplenme gibi bir düşüncemiz de yoktu. Çünkü biz hayvan sahiplenmeyiz, hayvanlar bizi sahiplenir.

   Taşındığımız eve yerleşir yerleşmez tam üç ayrı komşumuzun köpek sahibi olduğunu görmek bizim için tam bir eğlence kapısı olunca ben bahçede tüm sempatikliğiyle dikkatleri üzerine çeken Kaniş cinsi Melisa ile çoktan aşk yaşamaya başlamıştım. Abim ise tam karşı bloktaki Boxer cinsi Efe' ye bilardo toplarını parçalatmakla meşguldü. Eeee bizim neyimiz eksik herkesin köpeği var diyen üst komşumuz Toni ismini verdiği minik uzun kulaklı sarı yavruyu çoktan sahiplenmişti bile. Çiş eğitimi vermekle uğraşan Natalie ablanın sinirleri gevşeyince gizlice koltuk arkasına işeyen Toni'yi çaktırmadan gülerek izliyordum. Birlikte bir aile gibi olduğumuzdan Toni'de artık bizim evin demir başlarından sayılırdı ancak sanırım tam olarak 1 ay bile olmamıştı. 

  Oğlu Andrey kıreşten döndüğünde benim kollarımda yeterince şımarmış olan Toni aniden kreş arabasının olduğu yöne doğru karşı şerite fırlamış bulundu. Haliyle onunla birlikte kendimi arabanın altına atmış yine de Toni'yi çarpmadan kurtaramamıştım. Kucağımda can verdiğini hatırlıyorum da.. Buz kesmiştim. Sonrası site sakinleri koşuşturmalar, uğultular, "Salihhhh Salihh köpek için çok erken demiştim" diye tepemde dövünen Natalie abla. Kucağımdan zor bela yere bıraktığım Toni için veteriner değil gömecekleri yeri konuşuyorlardı artık. Ve her yer kan olmuştu. Neyse ki ben bu olayı yine de pek anımsayamıyorum. 

  Aylar sonra benzer bir köpek bulan abim boş bir dairenin balkonunda gizlice ona bakınca okul dönüşü sesini duyarak onu orada keşfetmeme sebep olmuştu. "Anne birisi karşı bloğa köpek bırakmış sanırım evde yoklar orada ne yiyip ne içiyor ki gidip bir şeyler vereyim" dememle abimin foyası orataya çıktı ve Badi artık bizim evin köpeğiydi. Haliyle üst komşumuzun da olunca iki aile iki yandan beslediğimiz Badi'nin obez olup hantallaştığını hatırlıyorum. Sonrası aile abartmanına taşınmamız ve tam yerleştikten sonra ev sahibinin evde köpek istemiyorum demesi. En son abimin arkadaşımın villasına götürüyorum diyerek götürdüğünü hatırlıyorum. Eminim bizden sonra daha iyi bir hayat yaşamıştır. 

  İki sene sonra ev yaptırdığımızı öğrenip yeni kalıcı evimize taşınır taşınmaz Babam siyah beyaz uzun tüylü 7 tırnaklı dünya sevimlisi bir köpeği kutudan çıkartarak "Al bakalım bunu bir güzel yıka" demişti. 

  Yolda peşine takılmış dayanamayıp alıp gelmiş babam. Hemen aşılarına başlayıp karnesini sevinçle çıkarttık, nihayetinde bebekti ve evimizin neşesi olmuştu. Babamın günlük kasaptan aldığı kemikleri kaynatıp etlerini sıyırarak annemin bu yavruyu el bebek gül bebek baktığını hatırlıyorum.
   İnsancasına her yaptığı değişik harekete gülüp eğleniyorduk. Bebek ya yeni şeyler keşfediyor oda. 7 aylık olduğunda mutfakta uğraşırken içeri bir hışımla girdiğini ağzından salyalar aktığını görünce "eyvah Pino eti sıcakken yemiş!" diye bağırmıştım. Arkamda ki masaya dönüp baktığımda ise usul usul duran etleri görünce onunla alakası olmadığını anlamam uzun sürmedi. 

  Tekrar Pino'ya baktım gayet sakin anlamaz gibi yüzüme bakıyordu. Bir kaç gün geçti Pino'nun ani gelen salyalarının sebebini konuşurlarken duydum. Ben bu durumla tekrar karşılaşmasam da, kuduz benzeri bu ağız akıntısının sebebi Epilepsi hastalığıymış. Nasıl olur ya!? olsak ta hemen tedaviye başlandı. Ancak bu krizler günden güne sıklaşıyordu. Sıklaşıyor sıklaşıyor ve daha daha sıklaşıyordu. Beş dakika da bir kendini kaybeden Pino'yu artık arka bahçeye bağlamış karantina altına alır gibi herkes den herşeyden uzaklaştırmışlardı. Ve bu süre de Pino'nun kriz geçirdiği her an kafasını arkaya doğru kasıp ağlayarak acı çekmesine dayanamayıp ağlıyordum. 
   Her gün veteriner geliyor gidiyor günden güne kötüleşiyordu. Ağlaya ağlaya yalvarıyordum Allaha ne olur iyileşsin diye. Bir hafta boyunca kriz geçirmediğini fark edince düzeldi sandık ve Pino tam özgürlüğüne yeniden kavuşacakken çok şiddetli krizler geçirmeye başladı.

  Bir sabah annem beni komşuya gönderdi ve ben çağırana kadar sakın gelme dedi. Komşunun kızlarıyla oturken annesi uzun saçlı genç bir adam geldi size diyince anladım bu veterinerdi. "Bu durum size de hayvana da zarar, iyileşmeyecek daha fazla acı çekmesine izin vermeyin" dediği için o gün Pino'nun uyutulmasına karar vermişler. Balkondan baktım babam ağlaya ağlaya bahçenin bitimindeki boş ormanlık alanda çukur kazıyordu. Veterinerin arabasına binip gittiğini görünce eve doğru koşmaya başladım. Pino'yu gömmüşler ve her yere kireç döküyorlardı. Bundan sonrası hep ağlamalı... Taşındığımız bu yerde insanlar hayvanları gözü kapalı öldürdükleri ve nefret ettikleri için "ıyy manyak mı bunlar" bakışları altında umursamadan istemsizce ağladık. 

PAŞA ve KITMİR
  Sonra bir daha köpek istemiyorduk ya, babama çok kızdık çok. İs-te-mi-yo-ruz! Bir sene sonra babam aynı vaziyette tekrar gelince annem bastı çığlığı. Götür bunu istemiyorum! Turistlerin peşine takılmış gidiyordu çok tatlı dayanamadım aldım. Cinsi belirsiz sarı bir sokak köpeği. Babam ismini koymuş bile Paşa!
  Bu Paşa evimizin harbiden Paşası oldu. Hiç bir hayvanda keşfetmediğimiz şeyler keşfettik bunda, konuştuğumuz her şeyi anlayarak dinliyordu. Gerçek bir adam beyefendi edasıyla ailemize çok çabuk uyum sağladı. Bahçe kapısının kapatılmasından hiç hoşlanmıyordu mesela. İstediğinde keyfince gidip çıkabilmeli, artık evde git kapıyı kapat diyemiyorduk. Duyduğu anda gidip kapının önünde oturduğu için annem gözüyle işaret ediyordu git kapat diye onu bile fark ediyordu.

  İnat işte, günlerce gidip eve gelmediği de oldu, küstüğü de. Nereye oturacaksa paspasını oraya serer öyle otururdu. Ateş gördügünde mangal yanacak diye başında dururdu. Öyle bir de fedakardı ki, sokak köpeklerini, bakımsız olan ne kadar canlı varsa bahçeye alır tabağını önüne iter ikramda bulunurdu. Günlerce bu yüzden ağzına lokma koymadığını biliyoruz. Sonuna kadar verir, biz verdikçe o verir yalvar yakar zorla bir lokma ağzına koyamazdık. Yemeyip yedirirdi yani.

KİTMİR dagılan çamaşırlarımın üzerinde
   O arada veterinerimiz bizi arayıp elinde çok güzel bir Doberman yavrusu olduğunu söyleyip zorla bize verince sahiplenmiş bulunduk.

 Paşa'nın tam aksi kıskanç bencildi. Bir de gözünü dikip suratıma dövecek gibi bakması ilk kez bir hayvana ısınamadığımı anlayıp hayretler etmiştim. "Yaaaa sen nasıl bir köpeksin, gitsene yanımdan" diyip durunca, Kıtmir ismini verdiğim bu hanımefendi benim bir dediğimi ikilemez oldu. Evdeki herkese tın tın. Ben kalk oradan şuraya otur desem saniyesinde kabulü. Yemeği önüne koyup "Ye" demediğim sürece ağzının suyunu akıta akıta izler sabırla "ye" dememi beklerdi.
  Sesimin tonundan nasıl davranacağımı önce den bilirdi. Artık hal böyle olunca bizimkiler tamam dedi, bu sekil devam et bizi dinlediği yok nasılsa birimiz söz geçiremezse zaten bu köpeğe bakamayız. Güç yetiremeyiz yani...

  Büyüdükçe güçlendi hırçınlaştı. Kedi geni taşıyan bir tür olduğu için her ne yapacağını kestiremezdikte zaten. Baya kedi gibi davranırdı yani. Evin içinde ses çıkarmadan parmak uçlarında yürür, sürünür. Hatta arkadan yavaşça yaklaşsa nefesini bile duyamazdık. Masada insan gibi oturup yemek yerdi. Kızsakta! bu konu evde hep tartışmaya sebep oldu. Kıtmir Sen bir köpeksin in o sandalyeden! O arada tabaktaki yemeklerimizi çok kez mideye indirdi tabii.
 
EFE
Paşa bu süre de Kıtmir'e hep annelik etti. Kıtmir de büyüyünce hep onu korudu. Bir gün sokak köpekleri saldırıp Paşa'nın baldırından bir parça koparınca eve ağlayarak gelen Paşayı gören Kıtmir delirmişti.
  Bütün köpekleri parçalamak istiyordu, yapardı da bu yüzden kaçmaması için bütün gece depo da kapalı tutmuştuk. Paşa 3 sene sonra bir gün hiç gelmedi eve, günler haftalar aylar iki yıl boyunca umutla aradık.
 Bir gün hep döner gelir umuduyla da bahçe kapısına bakıp durduk. Oysa bizimle yaşlanacağını sanıyorduk. Çünkü kaybolmadan önce kanseri yenmişti.
  Kayboluşunun ardından Kıtmir nasıl başardıysa bize sürpriz yapıp yavruladı. kısırlaştırmayı hiç düşünmemiştik onu ama eşleştirme gibi bir isteğimiz de yoktu. Geldi mi bize 12 tane topaç gibi Doberman ve Rodwaydır yavruları. Hepsi bir birinden farklı karakter de ve  güzellikte.

  Başta çok eğlenceli olsa da yavrular büyüdükçe işler karıştı. Üçüncü ayda sahiplendirme çabalarına girdik. Eee birini de biz almalıydık ama hangisini? Sonunda içinde en ağır başlı en pasif en kırma olanını pofuduk cinsi belirsiz ayı yavrusu gibi sevimli yumuş yumuş olan oğlanı seçtik. Evimizin paşası bu olabilirdi. Bu yüzden ona Efe dedik. 
  
CABBAR
  Doğumdan sonra Kıtmir dogum hastalığı geçirdi. Annem babam günlerce geceleri nöbet tutmuştu başında. ateşi bir anda tavan yapıyordu çünkü.   Sürekli soğuk suya sokmaları gerekiyordu. Bu haslıkla birlikte beyni sulanan Kıtmir bunadı. Biz dahil her şeyi unutmaya başladı. Böylelikle Kıtmirin bakımı daha da zorlaştı. En çokta kural tanımaz halleri zorladı bizi....
  7 yaşına geldiğinde Efe artık 3 yaşında ve Kıtmir kaybolmuştu. Kıtmirin yokluğuyla birlikte Efe yemez içmez oldu ve oda hastalandı. Uzun bir süre tedavi oldu ve ne tam olarak iyileşemedi.
  Benim artık evlendiğim sıralarda veteriner çok yaşamaz ölür diyerek tedaviyi kesti. ve birgün kuaför salonunun önünde sahibini bekler gibi sakince duran Pitbull cinsi köpeğini görüp sahiplenmemizle her şey değişti.
 Bu duruma çok kızsam da eşim bu köpeği sadece üreme amaçlı kullandı. Çok sevdiği "Çiko" dediği pitbull cinsi köpekle eşleştirip yavruları büyüdükten sonra 3 yavruyla birlikte anneyi de verdi.
  Bizim zorumuzla içlerinden en sakin pasif olanını seçmek zorunda kalmıştı. Adına da Cabbar dedi. İsmi bile saçmalık ya..., adamın her yaptığı bir tartışma sebebi oldu ama olsun bu ismede alıstık. Evin yeni bebeğini çok ama çok sevdik.   Efe de öyle, renk geldi can geldi. Ömrüne ömür kattı adeta. Tıpkı Paşa gibi olan Efe Cabbarı anne gibi koynunda sırtında büyüttü. Isırmalarına çekiştirmelerine yaptığı tüm yaramazlıklara boyun eğdi. Birbirlerine öyle bir yoldaş oldular ki, Efe şuan 12 Cabbar ise 6 yaşında. Cabbar'ın sözde sahibi olan kişilikse zaten ona hiç bakıcılık etmedi. Annem büyüttü yani, işin sağda solda hava atıp Pitbull'um var deme kısmını ise bu şahıs üstlendi.  Giderken de götürmedi tabii.
Şuan Efe ve Cabbar bizimle. 


Ayrıca Kediler ve Köpekler adlı yayınımı okumayı unutmayın. :))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Vaktinizi ayırıp okuduğunuz için teşekkürler. Yorum bırakmayı unutmayın ... ^.^