Bir Kelebek Hikayesi
Hayata karşı hiçbir
umudu kalmayan genç kadın, küçük mucizeler den medet ummayan başlar. Karşısına
çıkan her şeyin artık bir mucizeye dönüşebileceğini ve onu tüm
zorluklardan bir çırpıda çıkartıp hayal ettiği bir gerçeğin içerisine
koyabileceğine inanır. Bunu yapabilecek tek bir kişi olabilir mesela, genç
bir adam…
Neden olmasın, bütün
hayat seçimlerle alakalı değil midir zaten? Yaşadığımız tüm kötü olaylar
geçmişte yaptığımız anlık bir kararın bedeli olabilir. Düşün, onu düşün bir
saniye farkla yanından gelip geçen, varlığından bile haberdar olmadığın o
kişiyi düşün… Neredesin gerçek aşk? Niye bu kadar geç kaldın?
Yirmi altı yaşında
genç bir kadın olan Tılsım, tüm geçmişini takip etmeye karar verir. Oysa
ilkokul aşkı, en masum hayallerine renk veren Atom koskoca dediği 7 yılın
sonunda bütün rüyalarını kabusa çevirdiğinde kendini kocaman bir boşlukta bulup
bir daha asla toparlanamayacağını sanmıştı. Çocukluk yıllarını kaybetmenin
yanında aşk acısı da neydi. Geçmişini kazanabilmek için kendini kanıtlamaya tüm
bunlara sebep olduğuna inandığı hataları telafi etmeye hazırdı. Hiçbir zaman
tam olarak beklediği ilgiyi bulamayan Tılsım, ilk aşkının evleneceği haberiyle
bir kez daha yıkılmış, kendine yeni bir güvenli liman aramaya başlamıştı bile.
Onu ayakta tutabilecek güvenilirliğine inandığı bir o kadar
agrasif tavırlarıyla dikkat çeken kumral uzun boylu bir genç adam onun tüm
kalbini fethetmeye hazırdır. Bundan sonra ömrünü
geçireceğine inandığı bu adamla evlenmeye karar verir. Mucizelere ihtiyacı yoktur artık. O hayal kurdurtmaz.
Olabilecek her şey zaten onun içindir. En acı gerçekleriyle…
Hayal kurmamayı öğreten adam, bir gün kendi hayalleri için ihaneti seçer.
İşte bu yüzden tüm
geçmişe inat yeniden hayal kurmayı öğrenir. Ve yeniden aşık olabileceğine
inandığı o bir gülümseme anın da kendine bir o kadar benzediğine inandığı biri çıkar karşına. Kader mi yoksa hiç mi?
Ne kadar da masum bir gülüş öyle… Gözlerin kalbinin aynası gibi. Neden
daha önce karşılaşmadık ki? Kendimi
sende görebiliyorken, neden? Ama gerçek aşk olamazsın. İnancım yok hiç birine. Ama belki sen… İnandırabilirsin beni…
Geçmişin umurumda degil. Her sabah günaydın desem, yüzün
güler mi? Bana inan, Cenneti getireyim. Hiç olmadı birlikte tatile gideriz. Yeter ki sev beni. Güldün bak! Ben seni beklerim…
Tılsım bir anda
yıldırım gibi tepesine inen bu adama inanmaya hazırdır, ama arada görünen o kocaman bir çizgi bütün huzurunu kaçırır.. Hiçbir genç adam geçmişinden arınamamış bir kadını taşıyamaz. Ya daha önce ya daha sonra, uygunsuz bir zaman bu. Beklemeyeceğini biliyorum. Bundan sonrası kader veya şanstır. Ancak ikisinin de
kendisinde olmadığına inanan Tılsım tüm kalbiyle bir mucize diler.
"Uyan! Ne istediğine karar ver."
Tılsım hayal dünyasında olduğunu düşünerek oynamaya karar verir. Çünkü rüyaları onu hep güzel yerlere götürür.
“Hıı hııı istiyorum… Offf! tamda ne güzel evlenme teklifi ediyordu. Oh misss, oluruz biz ya” diye
yarı uykulu mırıldandı.
Bir kız çocuğunun
sesini duymuştu sanki. Görünürde kimse yoktu… Oda
neydi, diye düşünerek kendine gelmeye çalışır halde yanında yatan kızının
üzerini örtmeye çalıştı. Tedirginlikle etrafına baktı. Ve gece
lambasını yaktı. Kafayı yiyorum galiba!
“Henüz değil, madem istiyorsun. Git
bul onu. İkna et. İkna olmazsa geriye dönemezsin. Merak etme döndüğünde
kızın burada olacak çünkü o senin kaderin…” diye bir ses kulaklarında
yankılanıyordu bu kez. Ne olduğunu anlayamayan Tılsım kulaklarını ellerinin içiyle
tıkadı. Boşlukta sallanmaya başlamıştı sanki. Geriye tek bir toz zerreciği bile kalmadıgını hissedemiyordu. O an hiç bir yerini kıpırdatamadığını fark etti. Hastalık gibi birşeydi bu. Göğüsünde bir yanma hissederek kendine geldiğinde, gözünü aralayıp
etrafta bakmayı denedi. Burasi bir okulun bahçesine benziyordu. Zorla ayağa kalkmaya çalışarak kendini toparladı.
Bu nasıl olur?
Okulum… dedi şaşkınlıkla. İyide bu, ben hala, olamaz, hala aynı görünüyorum, diye söylendi kendini inceledikten sonra. Beline kadar uzanan
dalgalı karamel rengi saçlarını geriye doğru atmaya çalışarak okulun kapısına
pencerelerine doğru baktı. Görünürde kimse yok gibiydi. Bu kılıkta ben bu
okulda ne yapabilirim ki düşündü. Ayağındaki topuklu ayakkabılar, yüksek bel
pantolon ve pantolonun içine sokulmuş ince bir buliz. Daha kadınsı olamazdı!
İçeri girip okulun bilgilerine baktığında, Yıl 2007 ve tam on yıl geride olduğunu gördü.. Saat 10:30
kesişim noktası bu olmalı. Tamda tahmin ettiğim gibi. Okulu bıraktığım yıl!
Yani Yıldırım’ın okula kayıt olduğu
yıl! Diye düşünerek koridorlarda hızla ilerledi. Bu kez koşuyordu, Yıldırım diye bagırmaya başladı. Yavaş
yavaş sınıflardan çıkan öğrenciler şaşkınlıkla bu genç kadına bakıp deli herhalde
diye konuşmaya başlamışlar.
O sırada bir
patırtı koptu ve gülüşmeler eşliğinde Tılsım yüz üstü yere çakıldı. Tanrım yine mi ben! Bi kız seni arıyor galiba
bir gidip baksan iyi olur, diye bir ses işitti. Tepesine biri dikilmiş yardımcı
olmaya çalışıyordu. Ve "beni mi arıyorsun?" diye sordu birisi. Yüzü utançtan kıpkırmızı kesilmiş Tılsım, yüzüne gelen
saçlarını geriye atmaya çalışarak çocuğun yüzüne bakmaya çalıştı. Bu 19 yaşlarındaki
Yıldırım dı... Şükür seni buldum diye gülümsedi.
Çocuk kızı yerden
kaldırmaya çalışırken “beni niye arıyorsun? Sen kimsin diye sordu?”
Anlam veremez bir ifade vardı artık suratında. Ve gözüyle
kızı inceliyordu.
Sana söylemem
gereken çok önemli şeyler var, ama burada değil diyerek çocuğun kolundan tutup
hızla koridorun sonundaki pencere önüne doğru çekti. Burada onları kimse
duyamazdı.
Biliyorum delice
gelecek, bana inanmayacaksın. Hatta ben bile inanamıyorum ama inanmak
zorundasın. Çünkü bana yardım etmen gerekiyor…. Sıkı dur ben gelecekten geliyorum.!
Yıldırım ne demek
istediğini anlamadığı bu yabancının yüzüne boş boş baktı. Ve güldü…
Çok komik. Şaka filan
mı? Kim gönderdi seni. Yaaa bi gidin işinize diyerek hızla arkasını dönüp
uzaklaştı.
“Hayır! Yıldırım…
gitme…” diyen Tılsım, arkasından derin bir iç çekti. Nasılsa kolay olmayacağını biliyordu. Bir
anda böyle bir saçmalığa inanmasını bekleyemezdi. Ne yapabilirim diye düşünürken arkasından bakıp
kaldı ve yarı üzgün halde onun gözden kayboluşunu izledi. O sırada üzerine doğru çığlık
atarak koşan kızı fark etti. Hızla üzerine doğru atlayıp, boynuna sarılarak
“ayyyyy Tılsımım gelmiş” diye bağırıyordu. “Tanıyamadım seni kızımmm! Bu kim
diye bakıyordum. Sonra ben şok! Ne kadar değişmişsin, hep farklı bi tarzsın ya.
Ay bakimmm! Biraz kadınsı olmuşsun sanki ama… Bu saç rengi inanılmaz. Hani hep
Gothic kalacaktın. Ayyy Atoş beğenmedi mi yoksa. Kıyamadın dimi çocuğa çıktın
geldin. Kıyamammm aşıklar sizi. Hadi gidip onu bulalım” diyerek kolundan çekiştirdi.
Ya sen biraz kilo mu almışsın?
“Doğumdan sonra tabii olabilir” diyerek kendine bakan
Tılsım’ın kalp atışı yükseldi. Şakaaaa….
“Yaaa hep şakacısın zaten. Valla sen gideli söyleyim hiçç
tadımız kalamadı. Sıradan oldu bu okul. Dersler çok sakin, bu sene ben bile
çalışıyorum öyle düşün. O kadar yaniii. Ayy bu pantolonla da 90’lardaki
kadınlara benzemişsin. Hadi sınıfa çıkalım” diye tek kelime ettirmeden yürümeye devam etti.
Tılsım hala gözleriyle Yıldırımı arıyordu. Mavi ne söylerse söylesin bu hallerine alışıktı zaten. Bir zamanlar,
birbirlerinden hiç bir şeyini esirgeyen, tüm sırlarını bilen çok sıkı
arkadaştılar.
Tılsım yıllar sonra
Mavi’yi görmenin aynı sırayı paylaşmanın mutluluğunu yaşamıştı o an. Ve onu ne
kadar çok özlediğini fark etti. Sarılarak öptü.
“Ayyy canım
arkadaşım bende seni özledim” dedi Mavi.
Mavi okulun belki de
en güzel kızıydı. Mavi iri gözleri her zaman dikkat çeker. Orta boylu zayıf
ince narin yapısıyla yıllar sonra bile her zaman aynı güzelliğini korumayı
başarmıştı.
Tılsım Mavi ile olan arkadaşlığını bitirdiği o günü hatırlıyordu. Kuaförlük okulunun ilk yılında Mavi Tılsım’dan saçlarını
değiştirmesini istemiş. Beğenmediği için bütün gece boyunca ağlamıştı. Tılsım
rengin ışıklardan farklı göründüğünü gün ışığında gerçek rengini görebileceğini
söylese de, bir türlü ikna etmeyi başaramamıştı. Mavi iyice ileri giderek
“Senden kuaför olmaz! Hatta sen beni kıskanıyorsun ya, çirkinleştirmek için
uğraştın dimi. Kendine gelince her zaman farklı saç ve stillerde
dolaşabiliyorsun. Ama bana gelince rezil ettin maffettin saçlarımı. Ben bu
saçla insan içine nasıl çıkacağım” diye o an ağzına gelen bütün hakaretleri sıralamıştı..
Tılsım o saçlarını yolup sokaklara dökülmemek için tek kelime etmemiş, sabah olunca sessizce gitmesine izin
vermişti. Sonraki günler “ben nasıl böyle düşündüm, herkes çok beğendi” diye övgüler yağdırıp af
dilese de Tılsım onu hiçbir zaman tam olarak affedebilmiş değildi. Arada görüşselerde, eski dostluklarının tadı yoktu.
Sevdiğim insanlar nasıl bir anda bu kadar acımazsız
olabiliyor diye düşündü. Bu çok zalimce,
hiç tanımıyormuş gibi, sıradan biriymiş gibi davranılmak.
“Tılsım… hişt
daldın. Niye bana öyle bakıyorsun?”
“Yok bir şey… Sadece
düşündüm de bence sen hiç saçlarının rengiyle oynama. Her halinle güzelsin
zaten. Ama böyle daha güzelsin.”
“Ayy canım arkadaşım
benim, teşekkür ederim” diyip kocaman ağzıyla tüm dişlerini gösterecek şekilde
sırıttı. Sonunda yanağına kocaman bir öpücük kondurmuştu bile.
O sırada Tılsım’ın
gözüne kara tahta takıldı. Küçük bir detay hatırlamıştı. Hemen üst katta
çıkarak sınıflardan birine girdi. Burası eski sınıfıydı. Kara tahtanın arkasına
bakıp, tahtayı yavaşça öne doğru çekti. Şak diye bir sesle arkasından telli
büyük boy bir defter düştü. Bu Tılsım’ın yıl boyu yazı ve resim çalışmalarını yaptığı
bir defterdi. Tüm yıl sadece o defteri kullanmıştı. İçerisin de ne olduğunu
hatırlamaya çalışarak göz attı. Mavi onu oraya ne zaman soktun diye şaşkınlıkla sordu.. Her tarafında Atom var, hiiih patlamasın!
“Teşekkür ederim,
senin kadar olmasa da elimden geldiğince espirütiel olmaya çalışıyorum.”
“Bu defter sende
kalsın” dedi Tılsım defteri Mavi’nin eline tutuşturarak. Benim gitmem gerekiyor
diyerek arkasını dönmek üzereyken ekledi. “Birde ona söyle, kaybolduğunu
düşündüğü her neyse işte. Benim çaldığımı. Hatta annesi öldüğünde, tüm sınıfın
cenazede olmasını fırsat bilip sınıf listesini benim aldığımı da… Çok ciddiyim
kendini bu işe karıştırma sakın. Resimlerin hepsini ben aldım! Bundan sonra
hakkımda ne isterse düşünmekte özgür…”
“Artık sevmiyor
musun? İnanamıyorum sana…”
“Hiçbir zaman onun
karşısında dürüst olabilecek kadar bi olgunluğa erişemedim. Hepsi bu..”
Okul bahçesinde
Yıldırımı bir kızla konuşurken gören Tılsım yanlarına yavaşça sokulur. Arkadan
hızlıca yanağına bir öpücük konduran Tılsım, canım bu kızda kim diye dalga
geçersine sordu…
Kız ağzı açık kalmış bir şekilde ne olduğunu
anlayamadan kıskançlıkla bu kadar şerefsiz olamazsın, aynı anda birçok kızı
idare eder demişlerdi de inanmamıştım doğruymuş! Allah senin ….. versin! Diye
bagırdı. Ağlayarak hızla oradan uzaklaşan kızın arkasından koşan Yıldırım’a “sana göre
birisi değildi zaten” diye de ekledi Tılsım. Bu durumdan büyük bir keyif almıştı. Saçlarına yapışmadıgı için şanslı olduğunu düşündü.
Gururla merdivenlere doğru dönüp baktığında sarışın ela gözlü, birisiyle göz göze gelip, tanımaz umuduyla görmezden gelmeye çalıştı. Bu kişi Atom du, gerisin geri
indiği merdivenden hemen karşısına dikilmişti bile. Birkaç saniye, belki
birkaç dakika süren bir sessizliğin ardından Atom dövecek gibi bir ifadeyle baktığı gözlerini Tılsım'ın üzerinden çekip konuştu. “Ne bu şimdi? Ne
yapmaya çalışıyorsun?” dedi sitem edercesine.
“Önce değişik bir
kılıkta görüyorum seni, saçma sapan tipler. Sonra benden seni yiyecek mişim
gibi gördüğün yerde kaçıyorsun. Şimdi de bu şekilde. Sen çok değiştin ya..
anlamıyorum ben seni. Bu şekilde beni kendinden soğutmaya filan mı çalışıyorsun? Ben
sana bir şey mi yaptım, ne oldu da her şey bir anda değişti bu kadar? Okulu
bıraktın hadi en son benim haberim oldu.. neyse dedim. Mesaj atıyorum, mail
atıyorum, mesenger da zaten yoksun. Neden ya neden senin derdin ne! Ben seni
üzecek hiç bir şey yapmamaya hep dikkat ettim!”
“Atom..
açıklayabilirim aslında ama bilmiyorum. Üzgünüm gerçekten”
Üzgün müsün dedi
dalga geçer bir ifade ve ses tonuyla. Seni hiç bu kadar komik görmemiştim. Baya
şakacı çıktın. Üzgünsün demek! Ben sana söyledim, bir gün beni sevmeyeceksin
dedim.
Atom tüm isyanın da
haklıydı. Bu kadar üzüleceğini asla düşünmeden hareket etmiş, onu sevmesine
rağmen sadece biraz ara vermek istemişti. Çünkü ona karşı ne kadar denese de
yakın olmayı başaramıyordu. Bu konuda hiçbir zaman derdini anlatamamıştı ona. Şimdi yine
kaçmalıydı! Yıldırım öfkeyle üzerine doğru geliyordu.
“Sen hep böylesin
işte! Kaç Tılsım nereye kadar kaçacaksan kaç…” derken arkasından bir çocuğun
onu kovaladığını fark ederek. Uzaktan durumu anlamaya çalıştı.
Yıldırım okulun
arka bahçesinde kimseyi göremeyince kendi kendine söylenerek dönmeye karar
vermişken, Tılsım’ın bina arasındaki boşlukta olabileceğini o an düşünemedi. Ve
Bingo! “Sen ne yaptığını zannediyorsun! Şakamı bu… Senin derdin ne benimle
acaba? Senin yüzünden kız arkadaşım beni terk etti!”
“Daha iyi ya yenisini
bulabilirsin bence.”
“Sen manyaksın!”
“Evet, tam on yıl
sonrasından gelen bir manyak. Biliyorum inanılır gibi değil. Ama senin için geldim.
Bana yardım…”
“Yine aynı saçmalık!
Kimsin sen ya! Kimsin! Hayatıma neden müdahale ediyorsun! Niye ben!” kaşlarını
çatıp açıkla diye bağırdı.
“Evet, cevabın yok mu?”
“Biz evliyiz, yani gelecekte. Ben seni seviyorum.”
“Böyle bir deliliğe inanmamı bekleme.” derken kollarını iki yana
açıp, arkasını döndü. 10 yıl diyor birde, diyerek
söylendiğini duyabiliyordu. Ama ne olduğunu bilmediği bu yabancının peşini
bırakmaya hiç niyeti yoktu.
Tılsım arkasından
koşarak onu inandırmaya çalışırcasına anlattı.
“Arabaları seviyorsun”
“Bunu bilmeyen yok.”
“Bilgisayar oyunlarını da, hatta futbol, modifiye. Gelecekte
birden fazla iş yapabilirsin”
“Gerçekten çok ilgili bir eşsin. Kim anlattı sana bunları?”
Tılsım hala arkasından koşmaya devam ederken, Yıldırım arada
bir duraksayıp cevap verme gereği duydu.
“Peşimi bırak.”
“Gidecek yerim yok!” diyen Tılsım’a duraksayarak baktı.
Ardından üzerine doğru yürüyüp yüzüne pür dikkat bakarak söyledi. Bana ne bundan…
“Gidecek hiçbir yerim yok diyorum. Beni sokakta mı bırakacaksın. Eşini! Sen bana inanmazsan geleceğe dönemem. Tek şansım sensin.”
“Haaa, tamam o zaman. Ne yapmamı istiyorsun?”
“Beni bul.”
“Beni bulda ne demek? Oyun mu oynuyorsun.” Dedikten sonra,
Yıldırım hışımla yola fırladı.
“Eve yürüyerek gitmeyi düşünmüyorsun inşallah, ben o kadar
yürüyebileceğimi sanmıyorum!” karşı kaldırıma sesleniyordu. Bekler misin …
“Evimi nereden biliyorsun???” Yıldırım bu kez şaşırmıştı.
Evini pek kimse bilmezdi. Buna pek gerek olunmazdı aslında.
“Sen söyledin. Yıllarca aynı yerde yaşamışız, ama hiç
karşılaşmadık. Zaten biz neden bu kadar geç tanıştık ki….”
“Git gide ilginç bir hale geliyorsun, ama madem benimle
evime geleceksin, sen bilirsin. Düşündüm de senin yerinde hangi kız evime gelmek istese kabul ederdim” diyerek imalı bir bakış attı.
“Pekala Yıldırım
Efendi beni bu şekilde vazgeçiremezsin.”
Yıldırım gülümsedi. “Şu hale bak neredeyse sana inanacağım.”
Yıldırım zorda olsa eve gizlice Tılsım’ı almayı başarmıştı.
Daha ailesinin böyle bir şeye ne tepki vereceklerini bile kestiremiyordu. Hemen
odasının kapısını kilitledi. Tılsım’ın ayakkabılarını çıkartıp bir kenara
atması, yatağına uzanmasındaki inanılmaz rahatlığa hayretle baktı. Sanki uzun
zamandır gerçekten tanışıyor gibiydiler.
“Ayakta kaldın
otursana” dedi Tılsım.
“Yok ben böyle iyim
de…” Tılsım lafını keserek hemen araya girme gereği hissetti. Ve konuşurken
oturma pozisyonuna geçerek bağdaş kurmuş. Gözüyle etrafı inceliyordu. Gayet
temiz ıvır zıvır olmayan bir odaydı burası. “Şey, 30 yaşın inanılmaz yakışıklı.
Yani pek bi fark olduğunu söyleyemem aslında ama, bıyıkların…”
“Bıyık?”
“26 yaşındayım ben bu arada, sen benden iki yaş büyüksün
sadece ama ben 30 yaşın sana pek bir fark getireceğini düşünmüyorum açıkcası…
Acıktım.”
“Tamam ben sana yiyecek bir şeyler hazırlayacağım, sakın
kıpırdama.”
“Birde kıyafet rica edecektim.”
Yıldırım duraksadı, bunu neden yapmam gerekiyor bilmiyorum
ama yapmak zorundaymışım gibi hissediyorum diye söylenerek dolaptan eşortman
takımlarından birini çekip Tılsım’a uzattı.
“Bana bakmak
zorundasın çünkü ben senin eşinim”
“Adını bile bilmiyorum!”
“Tılsım”
“Tılsım, Tılsım. Başımın belası Tılsım.” Diye söylenerek
odadan çıktı. Elinde sandviç ve içeceklerle girmişti. Hala yatakta oturan Tılsım’ın karşına
bilgisayar sandalyesini çekip oturan Yıldırım ekmeğinden kocaman bir ısırık
aldıktan sonra “Beni biraz anlatsana, nasıl bir eşim mesela” dedi.
Hakkında pek bir şey
bilmediğini fark eden Tılsım ne söyleyeceğini bilemiyordu. Hemen ağzını
doldurup konuşmamaya çalışan Tılsım, pek kendinden bahsetmeyi, bahsedilmeyi
sevmiyorsun aslında diyebildi.
“Huy mu değiştirdim
acaba...”
“Bilmem belki ama
çok iyi bir babasın. Senden daha iyisi olamazdı herhalde…”
“Ona hiç şüphe yok!”
dedi heyecanla ağzındaki lokmayı yutmaya çalışırken. Çocuklar benim canım, çok
seviyorum onları gerçekten. Tılsım sahi mi diye mutluluktan yerinden sıçradı.
Bu konuda dürüst davranmıştı demek ki. Ekmeğini bitirmiş, niye bu kadar
şaşırdın anlamadım doğrusu diyerek ayağa kalktı. O sırada kapı çaldı. Gelen annesiydi.
“Oğlum iyi misin
içeriden sesler duydum sanki?”
“Yatagın altına gir!
Yok yok yoganın, çamaşırlarını al. Çabuk, çabuk… Yok bir şey anne müzik
dinliyordum, kulaklık takılı. Biraz fazla bağırmış olabilirim.” Pekala öyle
olsun dedikten sonra içeri girmekten vazgeçmişti.
Yıldırım, evliliğin
nasıl bir şey olduğunu, birlikte neler yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını bütün
gece merak etti durdu. Çünkü Tılsım’ın hayal dünyasından uydurduğu aslında
birlikte yapmak istediği şeyleri anlatmasından keyif almıştı. Yalanda olsa
inanmak istiyordu ona, çünkü o farklı biriydi. Gerçekten hayallerinin kadını da
olabilirdi kim bilir…
Sabah telefonun
alarmı çaldığında Yıldırım gözlerini açamaz halde telefonun ekranına bakmaya
çalıştı. Kendini yorgun ve karmaşık hissediyordu. Acayip bir rüya gördüm
herhalde diye düşünerek elini arkasına attığı an Tılsım’ın orada yanında
olduğunu fark etti. Hemen panikle toparlanıp kızın duvara dönük yüzüne baktı.
Hala uyuyordu. Aklına gelen şey olmuş olamazdı değil mi? Hemen yorganı aralayıp
içine doğru baktı. Hayır, olmuş olamaz. Zaten olsa hatırlarım hiç kaçmaz diye düşündü. Emin
misin? Tabii canım. Tabii tabii. O sırada Tılsım uyanmış Yıldırım’ın yüzündeki
anlamsız ifadeden ne düşündüğünü anlamıştı.
“Dün gece
harikaydın.”
“Neee, ben neden
hatırlamıyorum. Ne gülüyorsun?!”
“Saçmalama yerde
üşümüşsün, bende sesine uyandım. Kıyamadım yanımda yatmana izin verdim sadece.”
“Haaa iyi o zaman,
teşekkür ederim üşütmeme izin vermediğin için. Ben gidiyorum”
“Nereye?”
“Nereye olabilir?”
“Gitmesen… Konuşalım”
“Gitmem gerekiyor,
unuttun mu zaten iki yıl ara vermiştim. Gelince konuşalım, artık ne yapacaksak.
Sakın kaybolma, dikkat çekecek bir şey yapma. Erken gelmeye çalışacağım. ”
Tılsım üzülerek
arkasından gidişini seyir etti. Belki de kendisini kandırıyordu bu böyle olacak
bir şey değildi. Yıldırım’ın gidişini pencereden görebiliyordu. Bir süre ne
yapabileceğini düşündü. Ve etrafı karıştırıp hakkında daha fazla bilgi edinmeye karar verdi. Ama bu böyle olabilecek gibi bir şey değildi. Olmayınca olmuyordu
demek ki. Gelecekte birlikte hiç vakit geçirmemişlerdi. Bu yüzden, çok üzgünüm
dikkatini çekebilmek için sana yalan söyledim diye mırıldandı. En
sonunda kapüşonlu ceketiyle kendini gizleyip odadan çıktı. O arada kız
kardeşinin spor ayakkabılarından birini giymesinin bir sakıncası yoktu
herhalde.
Gidebileceği en
iyi yer kendi eviydi. Görmek istiyordu sadece, orada mıydı? Evin karşında çalıların
arasına girip bir süre izlemeye koyuldu. Ölen köpeğinin ona doğru dönmüş
havlamalarıyla bile huzurluydu o an.
İtinayla
düzleştirilmiş uzun siyah saçlarıyla bir kız belirdi. Köpeğinin orada neye
havladığını anlamaya çalışıyor gibiydi. Muhtemelen de öyleydi. Hayvanların tek
bir noktaya bakıp kudurmaları her zaman ilgi uyandırmıştır. Piercinglerin
parıltısı ta buradan gözlerimi alıyor, hayır ne gerek vardı ki, tam bir ergenmişsin. Her dönem ayrı dert, ondan sonra bir mucize bekliyorsun.
Neler kaçırdığını bir bilsen. Gözlerin hep Atom’u arıyor. Ama merak etme
ödeştiniz, seni çok güzel terk etti. Tam olacağına inandığın anda… Bunları düşünürken gözünden bir damla yaş
süzüldü. Bu uğurda tüm saçlarını heba ettiğini hatırladı. Sonra tüm hayatı
değişmişti ama tarih kendini yine tekrar etti. Her iki ilişkinin başlangıç ve
bitiş arasında 7 yıl vardı.
Bu yüzden burada
olduğunu hatırladı. Geriye hiç birinden iz
bırakmamalıydı.
O arada Yıldırım
eve gelmiş, deliler gibi her yer de onu arıyordu. Nereye gitmiş olabilirdi.
Bilemezdi, daha kim olduğunu bile bilmiyordu. Kimsin nereden geldin nere gittin
lütfen dön diye sayıklayarak çaresizce evin önünde beklemeye başladı. Avucunda
sıkıca bir kolye tutuyordu. Sinirlenmeye başladı kendine, salaksın işte nasıl
böyle birine inanmak istersin ki! Dönmeyecek, dönmeyecek, dönmeyecek…
“Döndüm. Benim tek
adresim sensin”
Yıldırım ani bir
refleksle yerinden fırlayıp sıkıca Tılsım’a sarıldı. Tılsım2ın yüzünde küçük
bir tebessüm oluşturdu bu durum. Kalbinin sesini duyabiliyordu.
“Neredeydin?”
“Eski beni görmeye
gittim.”
“Tamam hemen söyle
yerini, gidip bulayım onu.”
“Bu şekilde olmaz.
Pat diye çıkamazsın zaten. Ayrıca o şuan gözü kimseyi görmeyecek kadar aşık.
Yavaş yavaş sızmalısın hayatıma.”
Tılsım tüm doğruları
anlatması gerektiğini düşünerek, deniz kenarına doğru yürümek istedi. Yıldırım
bunca yalanı kaldıracak biri değildi. Ama bir an önce tüm gerçekleri anlatıp
eve dönmesi gerekiyordu.
“Anlamıyorum!
Gerçekten anlamıyorum. Önce gelecekten geliyorum senin eşinim diyorsun.
Geçmişte birini seviyordum. Onun yüzünden bir başkasıyla evlenmek mantıklı
gelmişti ama hata yapmışım. O kişi sen değilsin diyorsun. Ben neyim o zaman!”
“Hiç kimse… Sadece
yanlış zamanda yanlış yerde tanışmış olabiliriz. Eğer sen beni o kişiden önce
bulmuş olsaydın ben seni seçmiş olacaktım.” Yıldırım oturduğu şezlongun
üzerinde başını tamamen önüne eymiş sadece dinleyip, bu durum karşısında
verecek bir cevap bulamıyordu.
“Yüzüme
bak. Ben şuan da seni seviyorum. Hepsi bu! Kızımın damarında senin kanının
akmasını yeğlerdim…”
Uzun bir sessizliğin
ardından Yıldırım sordu; “peki biz seninle nasıl tanıştık?” Tılsım bu soruya
anlam veremez gibi gözükse de bu sorunun cevabını biliyordu ve şimdi parçalar
tek tek yerine oturuyordu. Sen beni buldun!
“Yıldırım sen
harikasın! Bunu nasıl düşünemedim tabii yaaa… Facebook!”
“Şuan bunun hiçbir önemi yok.” Dedi Tılsım heyecanla. “Beni
tekrar bulacaksın. Ama bu kez mesengerdan. Sana olabilecek bütün adresleri yazacağım.
Sadece ne olursa olsun pes etme. Bana kendini inandır. Gelecekte ne dediysen
aynısını söyleyeceksin…”
Yıldırım ne söylemiş
olabilirim ki diye düşündü.
“Beni tanıdığını söyledin. Bense, hayır beni tanımıyorsun
dedim. Israr ettin. Aynı lisede olduğumuzu söyleyen de sendin. Ben o yıl
okuldan ayrılmıştım dediğimde, inanamadın. Sen beni gördün evet. Arkadaşlarımı
görmeye geldiğimde görmüş olabileceğini söylemiştim. Böylelikle tanışmış olduk.
Yine aynısı olacak!”
Gece yarısı olmuş,
Yıldırım ve Tılsım yine aynı odada ne olacağını bilemez halde bekliyorlardı.
Bir şeyler eksik sanki, neden hala buradayım diye cevap alamayacağını bilerek
sordu Yıldırım’a.
“Bilmiyorum, tek
bildiğim şuanda ömrümü burada seninle tüketebileceğim. Alıştım galiba…”
Buğulanan cama kalp
ve Yıldırım’ın baş harfini çizen Tılsım vazgeçmezsin değil mi dedi. Yıldırım
düşünüyordu eksik olan bir şeyler olabilirdi.
“Hiç yüzleştin mi
onunla”
“Kiminle?”
“Seni şu hamile
bırakıp, neyse işte söylettirme bana. Hatırladıkça sinirim bozuluyor”
“Hayır, buna gerek
yok bence. Zaten beni tanımıyor şuan, ben onu 2010 da tanımıştım…”
“Beni de tanımıyordun
ama şuan buradasın. Onunla halletmen gereken bir şeydir bu belki. Belki sen
hala onu seviyorsundur. Kafan karışmıştır…”
“Kes şunu! Yine aynı şeyi yapıyorsun. Sevmiyorum! Sana çocuk
gibi görünüyor olabilirim ama duygularımdan emin olmayacak kadar gerizekalı
biri değilim!”
“Sabah ilk iş onu
bulacağız!”
“Buna gerek yok!”
“Neden bu kadar
rahatsız oluyorsun o zaman!”
Sabah erkenden
okuduğu okula gidip beklediler, Tılsım bu durumdan hiç hoşnut değildi ama büyük
ihtimalle onun orada olmadığını biliyordu. Düşündüğü gibi de oldu, kimse öyle
birini tanımıyor gibiydi. Belki de o okula hiç gelmemişti. Hatta inşallah tepetaklak düşmüştü bir yere. Yıldırım’a göre tek çare
yaşadığı yere gidip nerede olabileceğini öğrenmekti. Olabildiğince çok kişiye
sordular, herkes tanıyordu ama kimse nerede olabileceğini bilmiyordu. Tılsım
Yıldırım’a belli etmemeye çalışsa da bu köydeki insanlar eşinin akrabalarıydı.
Ve neredeyse hiç birini bir gün olsun sevememişti. Çünkü kimse kimseye dost
değildi.
Yıldırım boş boş
gezmelerinden şüphe etmeye başladı. Ona göre Tılsım bir şeyler biliyor ve
söylemiyordu.
“Sen bence nerede
olduğunu biliyorsun. Bir düşün istersen” dedi.
“Yıllar önce
Kavgacı bir kızın tüm köyde onu aradığından herkese sorduğundan bahsetmişti.
Kim olduğunu bilmiyordu. Şuan o kişi ben oluyorsam. Mesleğin ilk yılları olması
gerekiyor. Yani bu yere en yakın Alışveriş Merkezinde. Deli Kuaförün asistanı
olabilir…”
“Biliyordun ve
söylemedin. Aferin!”
“Şuan aklıma geldi…”
diyerek arkasından koştuğu Yıldırım’ın elini tuttu. Amacı sadece onu biraz
yumuşatmaktı. İşe yaradı da.
Alışveriş merkezine girer girmez binanın orta tarafında
kalan Kuaför salonunu fark ettiler. Köşede oturup telefonuyla oynayan ince uzun
boylu çocuk o olabilirdi. Saçları uzundu. Tılsım bu halini gerçekte hiç
görmemişti. Çünkü her zaman saçlarını makineyle keser, bu şekilde ciddi olduğunu
düşünürdü.
Tamam gördüğümüze
göre artık gidebiliriz diyen Tılsım gerisin geri dönmeye çalışken Yıldırım onu
kolundan yakalamıştı.
“Konuşacak bir şeyin olmayabilir evet. Ama yüz yüze
geleceksin.”
“Saçmalıyorsun, kolumu bırak!”
“Neden bu kadar korkuyorsun o zaman.”
“O benim canımı yaktı. Sen olsan ne yapardın. Sana acı veren
birini görsen, sen rahatsız olmaz mıydın?! Sen olsan ne yapardın! O benim eski
sevgilim değil, bitti gitti diyerek olmuyor o işler. Ne kadar uzak olsam yine
karşımda yine karşımda! Paçamı tam olarak kurtaramıyorum işte… Bu yüzden
buradayım. Hayatımın sonuna kadar adını duyup rahatsız olmaktansa hiç tanımamış
olmak istiyorum.”
“Bu şekilde kaçarak olmaz. Gelecekte yine karşına çıkarsa. O
zaman gidip onun azgını burnunu kırayım ki, bu yüzü unutamasın! İyi izle.” diye sinirle kafasını kaldırıp karşıya baktı.
O sırada Kavgacı bir
sorun mu var diyerek Tılsım’ın arkasına dikilmişti bile. Yine kahramanlık
ediyordu. Kendisi hiçbir kıza eziyet etmemiş gibi yine başkasının ilişkisine
burnunu sokuyordu. Aslında söylenebilecek çok ağır sözleri olan Tılsım derin
bir nefes alıp arkasına baktı. O anda yüz yüze gelip birbirlerine baktılar.
Yine oluyordu, birkaç saniye beklide birkaç dakika. Kırk yıldır tanımıştık
hissi. Bu his daha ilk buluşmalarında onlara evlilik kararı getirmişti. Demek
ki yalandı.
Kavgacı “ben seni
nereden tanıyorum” diye sordu. Yıldırım ben sana nereden tanığını hatırlatırım
diyerek üzerine yürüdü. Tılsım Yıldırım’ı sıkıca tutunca Yıldırım daha da
sinirlendi.
“Yanındaki kızamı
lan artisliğin!”
“Kavgacı yeter!
Bıktım senin gereksiz kahramanlıklarından. Defol git!” diye bağıran Tılsım’ın
karşında Kavgacı neye uğradığını şaşırmıştı.
“Yıldırım lütfen dönelim, onun sorunu ben ya da başkası
değil! Kendisiyle. Annesi bile tanımazlıktan geldi. Ben cevabımı aldım.
Geçmişinde ne hayır varda, geleceği olsun.”
Artık ikisinin de pes
etmeye niyeti yoktu. Kavgacı’ya yıllarca boşuna Kavgacı dememişti zaten. Onu
ilgilendirmese de her olaya karışırdı.
İkisinin arasına girmiş bağırırken nefes
nefese çalıların içinde yuvarlanarak kendine geldi Tılsım. Güneşin ışıkları
gözünü alıyor etrafı bir türlü göremiyordu. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki,
korkmuş gibiydi. Eli istemsizce gögüs kafesine gitti. Parmaklarıyla boynunu
yokladı. Kolyem… Yok! Lütfen buralarda bir yerde olmuş ol diye hışımla
dönerek çalıların arasını yoklamaya başladı. O Yıldırım’ın görünce sana
benzettim diyerek verdiği denizyıldızı kolyesiydi. Yoktu gitmişti. Belki de
olmayacak bir hayale inandırmıştı Tılsım kendisini. Ne olursa olsun kaderine
boyun eğmelimiydi? Belki de Yıldırım onu hiçbir zaman sevmemişti. Vazgeçti,
yoktu işte gitmişti. Yavaşça ayağa kalkıp koşmaya başladı. Evin bahçesinden
hızla evin içine daldı.
Annesi anlam veremez
bir ifadeyle yüzüne bakıp, iyi misin diye sordu.
Baba oğul sabah erkenden
Banka’ya gittiler unuttun mu yoksa? Sana sürpriz yapacaklarmış artık neyse…
O sırada iki
yaşındaki küçük kız koşarak gelip annesine sarıldı. O çok şükür Çağrı buradasın.
Aylin annen kafayı bir yere çarpmış, yuvarlanmış, üstü başı
toz içinde zaten!”
“Aylin mi?”
Bu Atom’un ölen
annesinin adıydı. Koşarak çatı katındaki odasına çıktı. Eşyalar
farklıydı. Oda da asılı duran büyük tablo gözüne çarptı. İnanılır gibi değildi…
Aşağıdan gelen sesle kendine gelip. Tekrar koşarak salona
indi. Gözlerine inanmalı mıydı? Yoksa hala rüyada mı?
“Hayatım sen iyi misin? Hasta gibi görünüyorsun.”
“iyim. Sadece biraz şaşkınım”
“Haa şu sürpriz meselesi. Seni çocukluğumuzun geçtiği bir
yere götüreceğim… Herkes orada olacak. Tahmin etmeye çalışma bilemezsin.”
Şuan 27 sayfalık bir kitap okumuş oldunuz.